Evlilik Sınav Değilse, Neden Bu Kadar Çok Kalan Var?

Evlilik, hayatın en önemli dönüm noktası olarak görülür çünkü öyledir. Mutluluğun evlilikle geleceğine dair güçlü bir inanç vardır. Oysa bu beklenti, her ne kadar iyi niyetli olsa da, gerçeklikten uzak bir düşüncedir.

Çünkü mutluluk, dışarıda değil, içeridedir. Yani sende. Kadında da, erkekte de... Başkasıyla paylaşılabilir ama asla başkasından inşa edilemez. Mutluluğun anahtarı evlilikte değil, insanın kendi içsel huzurundadır. Ancak ne yazık ki bu gerçek, geleneksel kalıpların ve toplumsal beklentilerin gölgesinde kalır. 

Erkek için hovardalık, sorgulanmadıkça doğuştan gelen bir dürtü gibi gösterilir. Bugün birçok bekar erkek bu durumu normalleştirmiş durumda.

Kadınlar ise ilişkilerde sonsuz güven arayışında. Sevgi gördüklerinde huzurla dolarlar; görmediklerinde ise yalnızca sabırla yetinmek zorunda kalırlar.

Bir de toplumda dolaşan şu meşhur söz var:

“Kadın erkeği iyi anladığında ama az sevdiğinde, erkek kadını çok sevip anlamadığında mutlu evlilik olurmuş.”

 Bu kadar çelişkili ve yanlış bir anlayışa hala inananlar var. Oysa gerçek başka: Mutluluk, iki kişinin samimiyeti ve dengeyi kurabilmesiyle mümkündür.

 Saygı mı, Sevgi mi?

Büyüklerimiz evliliği genellikle "saygı" üzerinden tanımladı. Sevgi geri plandaydı.
Hatta o saygının sınırları da şu sözlerle çizildi:

“Çocuk seversen beşikte, koca seversen döşekte..

Bu anlayışla büyüyen bir nesil olarak, mutluluğun ne olduğunu gerçekten öğrenemedik.
Sevmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu söylemek bile neredeyse ayıp sayılıyor.
Sevin dedik, ama ölçülü olsun; çünkü biz ipin ucunu kaçırmaya meyilli bir toplumuz.

Günümüzde sokaklar adeta birer mahkeme koridoruna dönüşmüş durumda. Her köşe başı, bir başka sağlıksız ilişkinin açık oturumuna sahne oluyor.
Normal olan şeyler artık anormal, bir zamanlar utanılan şeylerse gurur kaynağı haline geldi.

Sessiz kalmak zayıflık olarak görülüyor; bu yüzden herkes konuşuyor ama çok az kişi dinliyor.
Bir evlilikte söz hakkı iki kişinindir. Ama bugün ne yazık ki iki kişi susarken, herkes konuşuyor.
Peki, düşünce özgürlüğü dediğimiz şey, tam olarak nerede başlıyor?

Gerçek Sorun Nerede?

Sorun evlilikte değil. Sorun, ne istediğini bilmeyen insanlarda.
Kırk gün kırk gece sürecek sanılan evlilikler, birkaç ayda tüketiliyor çünkü temeli sadece eğlenceye dayanıyor.

Oysa gerçek tanışma, düğün şarkıları sustuktan sonra başlar.
Ve bana kalırsa, evlilik asıl olarak ilk çocukla birlikte başlar. Çünkü sorumluluklar, sınavlar ve gerçek paylaşımlar o zaman ortaya çıkar.

Evlat sahibi olamayan çiftler içinse bu süreç bambaşka bir sınavdır. Onların yaşadığı acı ve bekleyiş, başka hiçbir şeye benzemez.
Ama bir gün gelen mükafat, o hasretin karşılığında tarifsiz bir sevince dönüşebilir.

Vazgeçilmezlik Yanılgısı

Yola birlikte çıktıysan ve bir yol yürüdüysen, geri dönmek kolay değildir.
Hele ki artık yalnız değilsen, kararlar daha da ağırlaşır. Çünkü birden fazla olmuşsundur: bir eş, bir anne, bir baba...

"Kimse vazgeçilmez değildir" sözü kulağa sert ama gerçekçidir. Ancak o gerçekle yüzleşmek, gerçekten tokat gibi çarpar.

Sorun evlilik kurumunda değil; kendini tanımayan, ne istediğini bilmeyen insanlardadır.

Mutluluğu başkasında aramak yerine, önce kendi iç dünyamıza bakmalıyız.
Çünkü bazen her şeyin düzelmesi için gereken tek şey, aynaya dürüstçe bakmaktır. Aynada yalnızsın, ama seslerde boğuluyorsun. Dışarısı değil, içerisi kalabalık.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar